“Gelecekte Tokat Paneli” hakkında… (1)

12.09.2024
216
Okuma Süresi: 7 dakika
A+
A-

6 Eylül Günü, Yağıbasan Medresesi’nde Tokat İstişare Heyeti’nin düzenlediği “Gelecekte Tokat” paneli yapıldı.

Panelin düzenlenmesinde emeği geçenlere içtenlikle teşekkür ederim.

Ne yazık ki panele davet edilenlerin sayısı fazla olsa da, genel alışkanlığımız nedeniyle katılım beklenen düzeyde değildi.

Özellikle panelin konusuyla ilgili doğrudan ya da dolaylı sorumluların; yerel siyasi otoritenin, yerel yönetimlerin, kamu bürokrasisinin ve meslek örgütü temsilcilerinin katılım sağlamaması bu kesimlerde hala “katılımcılık” kavramının ve Tokat’ın sorunlarının yeterince önemsenmediği izlenimini kuvvetlendiriyor.

Oysa bugün Avrupa yerel yönetimlerinin gündemindeki en önemli konu, bizlerin istişare, meşveret diye tanımladığı “katılımcılık” tır.

Panellin başkanlığını üstlenen Prof.Dr. Ertuğrul Yaman panelin sonuç bildirgesini de dün açıkladı. Bu sonuç bildirgesiyle ilgili düşüncelerimi yazı dizimin sonunda açıklayacağım.

Şimdilik panelde dile getirilen konularla ilgili birkaç kelam edeceğim.

***

Panele gelirsek…

Panelle ilgili izlenim ve düşüncelerimi birkaç yazı dizisi şeklinde sizlerle paylaşacağım.

Yaklaşıl 10 yıldır konuşulanların tekrarı gibiydi. Geçmişin konuşulması geleceğin inşa edilmesi için şüphesiz gereklidir. Ancak bazı konuların durmadan tekrarlanması da şehrin gelişimine, ilerlemesine bir katkı sağlamıyor. Yapılan konuşmaları dinlediğimde beynimde sürekli patinaj yapan ve bir türlü yol alamayan bir araba canlanıyor.

Panel başkanlığını yapan değerli hocamız yaptığı açılış konuşmasında “Ben değil, biz” vurgusuna işaret etti. Hocamızın iyi niyetinden hiç kuşkum yok. Ben hocamızın konuşmasından özellikle “biz” söyleminin kapalı kapıları açacağı inancında olduğu düşüncesine kapıldım. Haklı olabilir. Deneyimleri O’nda böyle bir kanaat oluşturmuş da olabilir.

Ancak yanı başındakini merak etmeyen, dinlemeyen, tek başına büyük bir ‘biz’ olanları ne yapacağız? Örneğin bir vali, bir müdür, bir siyasi partinin milletvekili, bir belediye başkanı gibi…“Meşveret”, “istişare” diye konuşmalar yapıp sonra gazetecilerin nasıl yazmalarını söyleyen yerel siyaset erbabına nasıl yaklaşacağız? “Biz” olanda kaybolup, karşılarında beliren bir “ben” e tahammül edemeyenleri ne yapacağız?

Bırakınız “ben” i, sivil toplumu külli egoizm alanı olarak gören siyaset erbabını, kamu bürokrasisini, yerel yönetimleri ne yapacağız? Sivil toplumun getirdiği önerilere “sizden bize ne?” diyenleri, sivil toplum örgütü başkanlarına dönerek, kamunun parası kendi parasıymış gibi, “benim param var ben yaparım”, “sizin paranız var mı?” diyeni ne yapacağız? Bunun için de bir formül var mı?

Hocamız değerli bir araştırmacıdır, iyi bilir. “Ben” den bahsetmeden “ben” in yaptığı araştırmayı sunmak akademide kuraldır.

Ama biz, yaşadığı şehrin sorunlarına duyarlı birer sade yurttaşız. Bu hassasiyetlere uzağız. Politikacılar gibi “biz” deyip ciddiyeti elden bırakmayan, güvenli sularda yüzmeye çalışan ama “ben” duygusundan hareketle kendi bildiklerini okuyanlardan da değiliz.

Genellikle şu şekilde bilinir ve söylenir; “ Birçok kişi aynı yöne yürüdüğünde sorgulamak daha zor olur Aidiyet duygusu yayılır.. Bütündürler, haklı olurlar” falan filan… Oysa bunun günümüzde uygulanabilirliği de yoktur, inanılırlığı da…

Ben” vurgusu, genellikle kendini yüceltmek olarak görülür. Bunda ısrar edenlere “bencil” derler. Oysa tam tersidir. “Ben” demek aynı zamanda “yaptıklarımın sorumluluğunu alıyorum” demektir.

Bu konuda kilidi açmak yürek ister. Haklılığına inandığınız bir davada kendinize yandaş bulamayabilir “biz” olamayabilirsiniz. Yaşayarak ve deneyimleyerek öğrendim. Bireyi bölmek, sonra toplayıp çarpıp çoğaltmak, sesi tok ‘ben’ lerle donanmış bir ‘biz’ oluşturmaya yetmiyor işte.

Hocamızın panelde dile getirdiği aidiyetsizlik konusu ise Tokat’ın en önemli sorunlarından birisidir.

Yapılan araştırmalardan elde edilen bulgulardan yola çıkarak söylüyorum, ne toplumumuzda, ne de kurumlarımızda (özellikle belediyelerde) aidiyet duygusu ne yazık ki çok zayıflamıştır.  Yoktur demeye dilim varmadığı için yumuşatarak söylüyorum. Bu gerçeği kabul edip, aidiyet duygusunu oluşturmak için ne yapılmış ya da yapılmamış ona bakmak gerek.

Aidiyet duygusu yani öz bilinçlenme turizmcilerin, düşünürlerin, UNESCO yaratıcı kentler ağı temsilcilerinin üzerinde durduğu çok önemli bir kavramdır. Bir şehirde aidiyet; sahiplenme duygusunun oluşabilmesi için o şehirde yaşayanların yaşadıkları coğrafyayı ve coğrafyanın kendilerine kattıklarını tanımaları ve farkında olmaları gerekmektedir. Çünkü dünyanın neresinde olursa olsun insanlar tanımadıkları hiçbir şeye sahip çıkmıyorlar. Sahip çıkmadıkları içinde de şehirleriyle ilgili sorumlu ve katılımcı uygulanabilir modeller yaratamıyorlar, paydaşlar tarafından iyi niyetle yaratılan modeller içinde de yer almıyorlar.

Çözümü ise çok açıktır. Tüm tartışma ve çabalarımızı, Tokat toplumunun Tokat şehrinin sürdürülebilir gelişimine katkı vermelerini sağlayacak, toplumsal sorumluluk oluşturacak aidiyet; farkındalık çalışmaları üzerinde yoğunlaştırmamız gerekmektedir. Şunun da altını çizelim, asıl mesele bilmek, değil, fark etmektir.

Yarın, Prof. Dr. Alpaslan Demir Hocamızın “Tokat, Tarih, Kültür ve Turizm” başlıklı konuşmasında dile getirdiği “tanıtım” ve “strateji” konusuna değineceğim.

Yarın: “Gelecekte Tokat Paneli” hakkında… (2)

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.